Dumanın Yükseldiği Yere, Barikatlara!

-
Aa
+
a
a
a

Açık Radyo’da uzun yıllardır Farsî müziklere yer veren Fizan Ekspresi’nin yapımcısı Milat Bülent Kılıç’ın İran’daki devrimci durumun niteliği üzerine kaleme aldığı değerlendirme yazısını paylaşıyoruz. 

Fotoğraf: Ben Nelms/CBC

İran’da Mehsa Emini’nin öldürülmesiyle başlayan eylemler iki haftadır devam ediyor. Daha önce de irili ufaklı birçok ayaklanmaya tanık olduğumuz için, bu ayaklanmaların boyutunu ve niteliğini ilk günlerde fark edememiştim. Ama durumu yakından izlemeye başlayınca, ayaklanmaların bu kez çok daha şiddetli yaşandığını ve öncekilerden belli ölçülerde farklılaştığını gözlemleme olanağı buldum. Eylemlerin başladığı günden bugüne kadar yaşananlara ilişkin Farsça kaynaklar üzerinden edindiğim izlenimleri aktarmadan önce, son iki haftada yaşananlar ile geçmiş yıllarda meydana gelen olaylar arasındaki farkı seçikleştirmek için biraz geriye gidelim.

İran’da Mollaların iktidarı ele geçirmesinden bu yana, halk ayaklanması niteliğinde birçok olay yaşandı. Bunların belki de en büyüğü, 2009-2010 döneminde yaşanan ve İranlıların Conbeş-e Sebz (Yeşil Hareket ya da Yeşil Dalga) diye adlandırdığı protestolar dizisiydi. İran, Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru yaklaşıyordu ve Mollaların favori adayı Mahmud Ahmedinejad’dı. Karşısındaki üç rakipten dikkate değer olanlar Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi idi. Seçimler 12 Haziran 2009’da tamamlandığında, Musevi seçimi kazandığını düşünüyordu ama seçimi Ahmedinejad’ın kazandığı ilan edildi. Bunun üzerine halk, seçimde hile olduğunu öne sürerek sokaklara çıkmaya ve “öyleyse, benim oyum nerede?” türünden sloganlar atmaya başladı. Sakin ve barışçıl bir havada başlayan eylemler, 20 Haziran’da Neda Ağasultan adlı genç kadının polis kurşunuyla öldürülmesiyle hızla ayaklanmaya dönüştü. Ülke, baştanbaşa eylemlerle sarsıldı. Halkla rejim güçleri arasında şiddetli çatışmalar başladı. Bu dönemde, Cumhurbaşkanı adaylarından Mir Hüseyin Musevi’ye, ailesine ve ekibine yönelik bir kuşatma başladı. Mehdi Kerrubi, beklenenin sözde muhalefetin lideri olarak gözüken Musevi’nin tersine, epey gözüpek çıktı ve bir Cumhurbaşkanı adayı kimliğiyle, İran devletinin muhaliflere işkence ettiğini açık açık söyleyebilen yüksek konumdan ilk kişi olarak haklı bir saygı kazandı. Bunun sonucu, oğlunun dövülmesi ve aracının kurşunlanması oldu. Daha sonra, her iki lider de ev hapsine mahkûm edildi. Protestolar sürecinde milyonlarca İranlı sokaklara döküldü, çoğunluğu gençlerden oluşan yüzlerce İranlı öldürüldü, sayısız insan sakatlandı, yaralandı, hapse mahkûm edildi. Sonraki en büyük gösterilerden biri de İran ekonomisinin bütünüyle çöktüğü, devletin türlü bahanelerle, özellikle temel gıda ürünlerine yaptığı sübvansiyonu kaldırdığı, İran Riyali’nin ciddi biçimde değer kaybettiği bir dönemde meydana geldi. Zaten çok zor durumda olan halk, adeta bir gecede kat be kat yoksullaştı. Bu sürece ilişkin ilk tepki, apolitik bir biçimde de olsa Nişabur kentinden geldi. Küçük bir gösterici topluluğu, özellikle tavuk fiyatlarındaki artışı protesto etmek üzere sokağa döküldü. Eylemler kısa sürede önce ülkenin ikinci büyük kenti olan Meşhed’e, ardından da bütün ülkeye yayıldı. Eylemlerin simgesi bir tavuk figürü oldu. Yine kan döküldü ve yine bastırıldı.

Nişabur’da başlayan ve Meşhed üzerinden ülkeye yayılan bu eylemler, sonuçlarından bağımsız olarak halkın özellikle yoksul, eğitimsiz, kol gücüyle çalışan kesimlerinin sokağa dökülmesi ve politize olması açısından önemliydi. Sonraki büyük ayaklanma ise 8 Ocak 2020’de, Ukrayna Hava Yolları'na ait Tahran-Kiev uçuşunu gerçekleştirmek üzere havalanan bir yolcu uçağının İran ordusunca düşürülmesinden sonra başlamıştı. Uçaktaki 176 kişinin önemli bölümü İranlıydı ve ölümler kadar olayın niteliği de İran halkının büyük öfkesine neden olmuştu. Genç Mehsa Emini’nin katliyle başlayan süreç ise, hem kapsamı hem de niteliği açısından, kabaca sıraladığım bu ayaklanmaların tamamından daha büyük bir yangını ateşlemiş görünüyor. Bu, yalnızca benim yorumum değil; süreci yakından izleyen kimi gazetecilerin ve politika insanlarının da yorumu Bu yeni sürecin, Yeşil Hareket’ten özellikle kitle tabanının niteliği açısından ayrıldığını söylemek mümkün. Cumhurbaşkanlığı seçimini izleyen protestolara katılanlar genel olarak okuryazar orta sınıflardı. Bu kez halkın yoksul alt tabakaları da sürece bütünüyle katılmış durumda. Bu türden bir kitleyi biz tavukta sembolize olan eylemler sürecinde de görmüştük. Ama o eylemler dizisi bugünkü ölçüde bir boyut kazanamamıştı. Bu kez, Türkmenistan sınırına yakın bir iki kent dışında, ülkenin 150’ye yakın kent ve ilçesinde ayaklanmalar devam ediyor. Eylemlerin katılımcıları arasında Kürtler, Beluçlar, Araplar, Azeriler gibi farklı etnik gruplar var. Aynı zamanda Bahailer, komünistler, Şah yanlıları, Halkın Mücahitleri, eşcinseller, medeni haklar savunucuları, yani her türden akımın kitle tabanı da var. Humeyni’nin doğum yeri olan Kum gibi İslamcılığın çok güçlü olduğu kentlerde bile ayaklanmaların başlaması ve devam ediyor olması hareketin niteliğine ilişkin önemli bilgiler veriyor.

Ülke dışında, İranlıların bir öbek oluşturduğu bütün büyük kentlerde eylemler, protestolar gerçekleştiriliyor. Bu gösterilerin bazıları son 43 yılda ülke dışında İranlıların düzenlediği en yüksek katılımlı eylemler oluyor. Ülke dışındaki İranlı sanatçıların çok önemli bölümü destek mesajları yayımladılar. Hatta Ebi adlı ünlü İranlı şarkıcı, “Rejimin temsilcilerinden birini görürsem yüzüne tüküreceğim” türünden bir açıklama bile yaptı. Ayaklanmaların başladığı ilk günden beri rejiin silahlı güçlerini temsil edenler, eylemcilere tecavüz tehdidinde bulunuyor ve bu tehditlerinde ciddi oldukları da anlaşılıyor. İran’da, özellikle Sistan-Belucistan eyaletinde halkın eylemlere büyük bir hararetle katılmasına neden olan olaylardan biri de 15 yaşındaki bir kız çocuğunun güvenlik güçlerinin tecavüzüne uğraması oldu. İran’ın belki de en yoksul insanlarının bulunduğu Beluç kentlerinde, rejime duyulan öfke bir “namus ve şeref” savaşına döndü. Bölgede halk, rejimin silahlı güçlerine daha büyük bir hışımla saldırılar düzenledi ve karakolları ateşe verdi. Eylemler sürecinde Arap, Azeri, Kürt milliyetçilerinin bir bölümü zaman zaman etnik sorunlarını ve çıkarlarını mücadelenin önüne koymayı da denese de halkın büyük çoğunluğunun bu çabalara fazlaca yüz vermediğini söylemek mümkün. Öte yandan, İran’da devrimden sonra ilk kez Kürtlerin ve Azerilerin sokakta yan yana mücadele ettiğinin, ortak bir davada birleştiğinin altını çizenler de var.

Şah yanlılarına gelince… Diasporadaki en örgütlü sayılabilecek topluluklardan biri oldukları, birçok ülkede taraftarları ve televizyon kanalları bulunduğu için, bu süreçte ülke dışında kısmen daha etkin gözüktüler. Monarşi çığırtkanlığı yapmadan, halkın tamamının ortak mücadelesinin en önemli şey olduğunu vurgulamaya çalışarak, birçok ülkede eylemler düzenliyorlar. Hatta bunlardan birinde ansızın Şehzade Rıza da boy gösterdi ve Şah yanlısı grupların tezahüratlarıyla karşılandı. Rıza, kimi televizyon programlarına konuk oldu. Ferah Pehlevi ise yayınladığı bir video ile bir anne olarak süreci yakından takip ettiğini ve gönlünün eylemcilerden yana olduğunu ifade etti. Ayetullah Hamaney, hakkındaki öldü iddialarının ertesinde, 17 Eylül’de ortaya çıkmış ve bir törene katılmıştı. Ancak ayaklanmaların başladığı günden beri çıkıp halkı tehdit etmemiş olması kuşku uyandırmaya devam ediyor. Söylentilerden biri, Hamaney’in kalp krizi geçirdiği ve hastanede, ölüm döşeğinde olduğu yönündeydi. Daha sonra Hamaney’in beyin kanaması geçirdiği ve hastanede olduğu söylendi. Daha ciddi bir iddia ise çoktan öldüğü, cesedinin Tahran’dan Necef’e götürüldüğü, orada dinî ve resmî bir cenaze töreni düzenleyen devlet erkânınınsa ülkeye gizlice döndüğü yönünde.

Bazı kaynaklar İran’daki ayaklanmaların yarattığı havayı fırsat bilen Irak halkın İran rejim güçlerine bağlı birliklere karşı bir ayaklanma başlattığını öne sürüyor. Bütün bunlar yaşanırken, İran’ın, Irak’taki Kürt Kumele (Komala) ve İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin karargâhlarına üst üste füze saldırıları gerçekleştirmekte olduğunun da altını çizmekte yarar var.

Yurtdışındaki İranlılara ait Farsça yayın yapan bazı televizyon ve Youtube kanalları geceleri saatler boyu süren yayınlar yapmaya ve an be an hangi kentlerde neler olduğuna ilişkin haberler vermeye devam ediyor. Bazı kanallarda, rejimin düşmesine ramak kaldığı, bu nedenle herkesin meydanlara inmesi gerektiği yönünde çağrılar yapılıyor. “Sokağa çıkamayanlar evlerinden destek versin, pencereden slogan atsın”deniyor. Günlerdir ülke genelinde grev çağrısında bulunuluyor. Son birkaç günde petrol işçilerinin örgütlerinin, otomotiv ve nakliye sektöründeki sendikaların da sürece katıldığına ilişkin haberler geliyor. İşçi sınıfının bu ayaklanmalara nasıl bir karşılık verdiği ya da vereceği seçiklik kazanmamış gözükse de, 29 Eylül itibarıyla birçok küçük kentte dükkânların bütünüyle kapalı olduğunu gösteren videolar yayınlanmaya başladı. Boykot çağrılarına şu ana kadar en çok üniversite öğrencilerinin ve üniversite hocalarının karşılık verdiğini söylemek mümkün.

Molla rejimi, son birkaç gündür karşı hamlelerine hız vermiş ve ulaşan haberlere göre ülkenin tamamında yalnızca internet bağlantısı değil, mobil telefon bağlantısı da kesilmiş durumda. İran’ın özellikle internet kesintileri nedeniyle milyonlarca dolar zarara uğradığı bizzat Molla rejimi temsilcilerince ifade ediliyor. İnternet ve telefon kesintilerinin bir sonucu olarak akşam saatlerinde eylemlere katılmak isteyenlere, dumanın yükseldiği bölgede toplanmaları yönünde çağrılarda bulunuluyor. Yani “telefon ve internet yoksa dumanın yükseldiği noktaya yönelin, orada barikat kurun ve ateşler yakın” deniyor.

Resmî televizyon kanalları çoğunlukla rejim yanlılarının gösterilerine ve açıklamalarına yer veriyor. Ülkede işlerin sanıldığı kadar kötü gitmediğini kanıtlamaya yönelik yayınlar yapılıyor. Mehsa Emini’nin gözaltına alınmasına ve ölümüne neden olan “bed-hicab”, İslam’a uygun olmayan örtünme idi. Oysa İran’ın resmî kanalları bugünlerde iki yüzlü ve pragmatik bir biçimde “bed-hicab”lı, yani saçları kısmen açık, ağdalı makyajlı kimi rejim yanlısı kadınlarla gerçekleştirdikleri röportajları bile yayınlıyor ve elbette halktan ciddi eleştiriler alıyor. Eylemler sürecinde kadınların başlarını açtıkları, hatta başörtülerini ateşe verdikleri biliniyor. Bazı videolarda ise kimi genç kadınların eylemlere şortla katılıyor olması dikkat çekiyor. Rejime bağlı güçler her yerde, ama özellikle gündüzleri halka karşı büyük bir şiddet uygulamaya devam ediyor. Gerçek kurşunlar, boyalı saçmalar, biber gazı ve cop kullanıyorlar. 28 Eylül itibarıyla 12 binden fazla gözaltı, sayısız yaralı ve 80’den fazla ölü olduğu söyleniyor. Birçok kentte halk, rejimin polislerini ve Besic’leri yani milisleri dövüyor ama yine eylemcilerin içindeki bazı gruplar eylemin lince dönüşmesine engel oluyor. Kimi emniyet gücü üyeleri halka kin kusan, ölüm tehditleri savuran videolar yayınlıyor ama kimi emniyet gücü üyeleri de yüzlerini saklayıp sadece apoletlerini gösterdikleri videolarla aslında halktan yana olduklarını, emniyet güçleri içinde kendileri gibi düşünen çok sayıda insan bulunduğunu söylüyor. Bazı Besic üyeleri, Besic kimliklerini yaktıkları videolar yayınlıyor ve “diktatöre ölüm” sloganı atıyor. Ülke genelinde çekilmiş kimi fotoğraflarda, 16 yaşından küçük birçok çocuğun rejim tarafından giydirilmiş üniformaları içinde güvenlik gücü olarak kullanıldığı gözüküyor. Lübnan’dan getirilmiş İslamcı Arap militanların olayları bastırmak üzere ülke içinde kullanıldığına ilişkin iddialar da epey yaygın.

Resmî-sivil polis otomobilleri ve motosikletleri eylemcilerin hedefi oluyor. Kimi videolarda polisin bölgelere sızmak üzere ambulansları kullandığı ama durum anlaşılınca bu ambulansların halk tarafından molotof kokteylleriyle ateşe verildiği internette yayınlanan videolarda açıkça görülüyor. Ayaklanmalara destek veren mecralardan, halka karşı suç işlediği öne sürülenlerin fotoğrafları, kimlik ve adres bilgileri yayınlanıyor ve bu insanların meşru hedef olduğu belirtiliyor. Her fırsatta, eli kana bulaşmamış rejim yanlısı herkesin halkın saflarına katılması çağrısında bulunuluyor. Bu insanların hiçbir ayrımcılıkla karşılaşmayacağı taahhüt ediliyor. Bazı videolarda otobanlardaki karakolların bütünüyle terk edildiği gözüküyor. Bazı karakolların ise içindekiler tahliye edildikten sonra ateşe verildiği iddia ediliyor.

Bazı kaynaklar, sürecin çoktandır bir ayaklanmanın boyutunu aştığı, bir devrim hâli içinde olunduğunu öne sürüyor. Bu nedenle çoğunlukla eylemcilerin polis şiddetine uğradığı görüntüleri yayınlayan yabancı televizyon kanalları eleştiriliyor ve bu tutumundan dolayı yayın politikasını değiştireceği güne kadar BBC Persian’ın da boykot edilmesi gerektiği söyleniyor. Öte yandan, İran devleti de BBC Persian’ı eylemlere çanak tutmakla suçluyor.

Bence de sıradan bir protestolar zinciri olmaktan çoktandır çıkmış, devrimci bir ayaklanmaya yönelmiş olan sürecin, burada sıralama olanağı bulamadığım sayısız başkaca ayrıntısı var. Bazı bilgiler an be an değiştiği için daha fazla ayrıntıya gerek yok sanıyorum.

Bu tabloya baktığımızda söz konusu sürecin –birçok İranlı kanaat önderinin de hemfikir olduğu üzere- 43 yıldır yakalanmış en büyük fırsat olduğunu söyleyebiliriz. Ayaklanmanın boyutu ilk kez bu kadar büyük ve kapsayıcı oluyor. Şu açık ki, ne kadar kapsamlı, öfkeli ve büyük olursa olsun bu kalkışma da hüsranla bitebilir. Ama bu, yaşanan şeyin devrimci bir ayaklanma olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Süreçle ilgili Türkiyeli bazı yorumcuların, bunun ABD’nin ve genel olarak Batı’nın işine yarayacağı, dolayısıyla eylemlerin bu merkezlerce kışkırtıldığı yönündeki açıklamaları, utangaç veya gizli bir biçimde Molla taraftarlığı niteliği taşıyor. İran’daki bir devrimin Irak’ta, Lübnan’da, Suriye’de, Filistin’de, İsrail’de ve elbette Türkiye’de dengeleri değiştireceği açık. Bu, kimi ülkelerin işine fazlasıyla yarayacak bir ortamın oluşmasını da sağlayabilir. Ama sırf bu nedenle, İran’daki bu devrimci ayaklanmanın dışarıdan kumanda edildiğini söylemek ve örtük olarak Molla rejimine destek vermek kabul edilemez.

43 yıldır ülkeyi idamlarla, kanla, işkenceyle, baskı ve sansürle yöneten bir rejim var. Bu rejim, saçlarının birkaç teli gözüküyor diye kadınları kırbaçlayan; erkekleri, baskılı t-shirt giyiyor diye kanlar içinde bırakarak polis araçlarının bagajlarında karakollara taşıyan ve aşağılayan bir rejim. Ambargoların ve hırsızlıkların harabeye çevirdiği bu ülkenin insanları, ayaklanmak için her türden haklı nedene sahipken, niçin Batı’nın komutlarına ihtiyaç duysunlar? Bu türden iddialarda bulunmak, özgürlük için ayaklanan İran halkına ihanet etmektir.

Evet, ama çoktandır bir devrimci duruma dönüşmüş bu “kıyam”ı, sembolik değeri ne kadar güçlü ve önemli olursa olsun, bir tutam saça indirgemek de haksızlık etmek anlamına geliyor.